Fahreddin Çimenli
“Allah onu taksim yapması için yaratmış!”
Siyah beyaz fotoğraflara bakarken hep dikkatimi çekmiştir, o devrin sazende ve hanendelerinin vakarlı bir eda ile poz verişleri... Kibirden uzak, yaptığı, yaşadığı, hissettiği, kendini biçimlendirdiği, o kültürün melodik keskileriyle yontup şekillendirdiği, ruhlandırıp canlandırdığı, kendilerine güvenli, ağırbaşlı, bilge duruşları... Tanbûri Cemil Bey, Dr. Suphi Ezgi Bey, Rauf Yekta Bey, Rûşen Ferit Kam, Mesud Cemil Bey, Kemal Niyazi Bey, Münir Nureddin Selçuk gibi... Şimdilerde de var muhakkak ama, o zamanlar daha çok sanki bu mûsikînin devâsâ âbidelerini bulmak..
Kuşkusuz bu sadece mûsikîde için değil, diğer tüm sanatkâr ve zenaatkârlar için böyle... Ekonomik zenginliğin, kültürel zenginliğe galip gelmesiyle başlayan, makbûl sayılması ile devam eden ve neticede tek ve som, mutlak gerçek olarak benimsenmiş olmasıyla, günümüzde artık muhatabını bulmanın iyice zorlaştığı, yalnız ve çaresiz bir dönemde sanatkârlar... Aslında daha da genel ifade ile tüm insanlık... Ortak paydamız, tüketim ve bu tüketimin en önemli aracı olan “para” olmuş... Kendi özgürlüğünde yalnızlaşmış insanlar, dev gibi cüceler, çılgın sosyal medyadaki asosyal kimlikler oluşmuş... Tabii çiğ, pişememiş... Kimine göre özgür, kimine göre ise başıbozuk...
İşte o siyah beyaz resimlerdeki vakârı günümüze ulaştıran nâdîde örneklerinden biri de hocam Fahreddin Çimenli... Geçmişi bugüne taşımış, o kültürü giymiş kuşanmış, zamana inat bu zamanın tüm çiğliklerinin arasında olgun ve kişilikli bir icra ve hayat duruşu ile kalplerimizi esir almış zarif ustalarımızdan.
Hünerli elleri ile dikiş makinesi tamir ederken de, enstrümanında ince ince ördüğü melodik hırkalarla ruhlarımızı sıcacık sarmalarken de, usta bir sanatkâr o... Kaval, divan saz ile başlayan bu müzikal dokuma serüveni, tanbur ile buluşmuş ve o vakur tınıyla fethetmeye başlamış gönülleri...
Taksim dediğimiz formun büyük ustası o... İstanbul Radyosunda çok meşhur, hocamın taksimleri... Farklı akortlar, yakın ya da uzak makamlar hiç önemli değil kendisi için... Kendi o mütevâzi ifadesi ile şöyle anlatır: “Varacağım makamı ve sesi düşünüyorum o kadar... Yola çıkıyorum, söylenilen süre içinde diğer makama geçki oluveriyor.”
Mûsikî, Fahrettin hocamın hücrelerine kadar o kadar işlemiş ki, düşünmeden kendiliğinden akıyor nağmeler.. Üst üste büyük bir titizlik, incelikle istifleniyor ve müziğimizin asıl ustalık göstergesi sayılması gereken perde baskılarıyla, yüreğimizi titretiyor, başımızı döndürüyor... Hocamın bahsettiği geçiş taksimlerinin -özellikle de radyo neşriyatlarındaki gibi- belirlenmiş bir süre içinde yapabilmesinin ne kadar güç bir şey olduğu, erbâbınca malûmdur. Bu işi akıl ile bir şekilde halledebilirsiniz ama, pişmemiş olur, çiğ olur. Fahreddin hocam ise gönül ateşiyle pişirdiğinden lezzetine doyum olmaz...
Bu lezzeti, bir başka taksim ustası olan, hocam, ustam, tanbûri Abdi Coşkun’un şu veciz sözü herhalde en kısa ve anlamlı şekilde ifade ediyor.
“Allah, Fahreddin Çimenli’yi taksim yapması için yaratmış!”
Bu satırları TRT İstanbul Radyosu’nda 1980 yılında neyzen Ahmed Kudsi Erguner tarafından kaydedilmiş ve İsviçre’de yayınlanmış “Turkish Ottoman Tanbur Music – Abdi Coşkun – Fahreddin Çimenli” isimli albümdeki Fahreddin Hocamın hüseyni makamındaki yaylı tanbur taksimini dinlerken yazıyorum. Pastoral ifadelerle başlıyor taksim. Gözümüzü kapattığımızda bizi Orta Anadolu bozkırında mey ve kaval lezzetli nağmeleriyle gezdiriyor ve o saf Anadolu kokusunu içimize nakşediyor. Sonra biraz kuzeye doğru yönelip, ruhumuzu nemlendiren Karadeniz rüzgarını çekiyoruz ciğerlerimize. Kemençe ve tulumla horon tepiyoruz. Oradan batıya İstanbul’a oradan da tekrar bozkırda açıyoruz gözümüzü. Bu zengin coğrafyanın birbirinden kıymetli melodik istifleri o kadar ustaca yapılmış ki; düşünmeden, olduğu gibi, içinden geldiği gibi, su içer gibi, bir çocuk başı okşarcasına şefkatli ve usulca...
Ya kürdilihicazkâr taksimleri? Hicazkârlı, arazbârlı ve kürdili çeşitleriyle kürdilihicazkâr makamındaki taksimleri dinlerken, semt semt İstanbul’u gezmez misiniz ?
Fahreddin hocamızın bugün için elimizde taksim formunun her çeşidinde yapmış olduğu, tüm sazendelere ders niteliğinde olan çeşitli makamlarda, yüzlerce taksimi var. Giriş taksimi, geçiş taksimi, fasıl taksimi, soliste yapılan giriş taksimi, solo enstrüman konserinde yapılan taksim gibi, bir dakikadan 20 dakikalara kadar sürelerde ruhumuzu dinlendiren yüzlerce örnek kaydetmiş mûsikînin kayıt defterine... Maalesef taksim formunun bu çeşitleri artık pek önemsenmiyor...
Güzel sanatlarımızın temeli, tüm güzelliklerin Allah’ın tecellisi olduğu, O’nun izni olmadan hiç bir şeyin olamayacağı değil midir? Eşref-i mahlûkat olan insân da bu bilinçle Allah’ın tecellilerine araç olur sadece... Ortaya çıkan beste de, hat da, ebrû da, tezhip de, resim de, taksim de sadece “tesbît”dir. Böyle düşünüldüğünde ego yoktur, benlik konmaz o esere...
Oysa bu günlerde taksim dendiğinde akla sadece ajilite dediğimiz canbazlık gelmektedir. Oysa taksim, ruhsal olarak yol göstereceği esere ve kendi içinde duygusal bütünlüğe, makamsal olarak doğru perde ve çeşnilerle istiflenmek gibi daha önemli kriterlere sahip olmalıdır. Tüm bu ana unsurlar bir de ‘tadında’ ajilite ile süslenirse -ki, bu örnekleri bu formun en büyük ustası Tanbûrî Cemil Bey’in icrâlarında duyabiliyoruz- saz müziğimizin doğaçlama formu olan taksim en mükemmel olarak tamamlanmış olur. İşte tüm bu taksim çeşit ve kriterlerini Fahreddin Çimenli’de de duymak mümkündür.
Hocam, çok çalışkan bir sanatkâr... Saatlerce yorulmadan enstrüman çalabiliyor... Hatta gençliğinde enstrüman kucağında uyuyup, uyanır uyanmaz devam ederek günlerce çalmışlığı bile varmış... Çaldıkça yeniliyor kendisini... Şarkılar, besteler, kârlar, peşrevler ve saz semâileri 4’er hâne ve teslim olarak ezberinde... Birlikte enstrüman çalarken hayretinizin hayranlığa dönüşmemesi mümkün değil. Siz nota esaretinde sıkıntı içindeyken, kendisi alabildiğine özgür... Bir akşam saat dokuzda kendisini ziyarete gittiğimde, beni hemen içeri davet etti ve salona geçtik. Bir baktım ki salonda mızraplı ve yaylı tanbur hazır halde duruyor. “Hadi bakalım” dedi... “Ne zamandır seninle çalmamıştık.” Büyük bir ustanın yanındaydım ve fakiri saz sohbetine davet ediyordu. Bir saatten uzun çaldık... Ben eserlerin 3. ve 4. hanelerinde nota peşinde koşup, mahcup ama hayranlık ve ibretle tamamlamıştım geceyi...
Bendeniz de mûsikî deryasına tanbur teknesiyle açılmaya çalışan bir çırak olarak; sadece müzikle olmuş, konuşmaktan çok müzik yapmış, mûsikî adâp ve erkânını hep muhafaza etmiş, duruşuyla, şahsiyetiyle, çalışkanlığı ve mûsikî aşkıyla örnek almaya çalıştığım Fahreddin Çimenli gibi bir ustanın elini öpebildiğim, mûsikî ve söz sohbetine katılabildiğim, çocuklarıma kendisinin elini öptürüp tanıştırabildiğim için çok bahtiyar hissediyorum kendimi. Allah’a, bana hep güzel ustaların ellerini öpmeyi kısmet ettiği için ne kadar şükretsem azdır... Hocam Fahreddin Çimenli’nin uzun yıllar sağlıklı bir ömür sürmesini, Allah’tan edeple niyâz ederim.
Evet, elimde siyah beyaz bir resim... Vakur bir eda ile duruyor sanatkârlar... Ve bir başka resim... Renkli bu kez... Ve aynı vakâr ile Fahreddin Çimenli...
Aslında her şey kendini yetiştirmek galiba... Ekonomik zenginlik ile kültürel zenginliği bir araya getirebilmek... Sadece işinde, mesleğinde veya sazında başarılı olmak değil, gönlünde de bir ateş yakabilmek; o ateşle aklını gönlünde pişirebilmek... Kibrit yanmadan tutuşturmaz hikmetiyle, etrafına faydalı olabilmek... Ve güzel, temiz yaşamak... İşini yapmak...
Ne güzel... Ne mutlu!
Özata Ayan
Feneryolu - 10 Nisan 2015
Not: Bu yazı Osman Nuri Özpekel tarafından hazırlanan ve Pan Yayıncılık'tan basılan "Tanbur ile bir ömür - Fahrettin Çimenli" isimli kitap için yazılmıştır. Hocamın aziz ruhuna ithaf olunur.
Comments