“Babamın bu kulu eğitmesinin nedeni, Kur’ân hafızı olmamdan dolayı sesler bilgisini hakkıyla öğrenebilmem içindir. Böylece Kur’ân tilâvetini güzel nağmelerle yapabileyim”
Abdülkâdir Merâgî
“Biz, zamanda eşi-örneği olmayan Kemâleddin Abdülkâdir’in asrında gerçekten de bir zerreyiz. Gerçekten de bir zerre. O ise, zamanın tek kişisi ve devirlerin en üstün ulusu. Hiç şüphe yok ki, onun misli ve benzeri mevcut değil. Bize zor ve hoş gelen birçok besteler vücuda getirdi, bunları beğenilir biçimde icra etti, nağmelendirdi. Zamanede tanınmış bütün üstatlar ve mûsikî bilginleri, onun vasıflarında aciz olarak, şaşkınlık parmağını dişlemek zorunda kaldılar. Bu hususta iddiaya ve tanık göstermeye ne gerek var, bu iş güneşten daha aydınlıktır.”
(Celâyir Sultânı Şeyh Üveys bin Şeyh Hasan-ı Bozorg
tarafından 1372 tarihinde verilen bir nişandan alınmıştır.)
Maraga, günümüzde İran’ın sınırları içerisinde bulunan bir şehirdir. Tarihte sırasıyla, Abbasiler, Selçuklular, Ahmediler, Harzemşahlar ve İlhanlılar devletlerinin himayesinde kalır. İlhanlı hükümdarı Hülâgû’nun saltanatı sırasında (1256-1265) başta ünlü astronom Nasıruddîn-i Tûsî (1201-1274) olmak üzere Uzakdoğu ve bazı islâm ülkelerinden getirilen bilginlerin buraya yerleştirilmeleriyle bir ilim şehri halini alır. Sonrasında sırasıyla Celâyirliler, Timurlar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlı Devletlerinin topraklarına dahil olur. Birçok devletin başşehri olan Tebriz’e 130km uzaklıktadır.
Abdülkâdir Merâgî, işte bu Maraga şehrinde doğmuştur. Asıl adı Abdülkâdir bin Gaybîy’ul-Hafız’al-Merâgî’dir. Doğum tarihi çeşitli kaynaklarda 1350-1360 yılları arasına tarihlense de, 20 Zi’l-kâde 754 (17 Aralık 1353) tarihi de -kaynak gösterilmeden- verilmektedir. Abdülkâdir’in tüm hayatı önce Celâyir Sultanlarının sonrasında da Timur ve Timuroğulları’nın saraylarında geçmiştir.
Babası Gıyaseddîn-i Gaybî’dir. Gaybî; Kur’ân hafızı, birçok ilimde ve uygulamada gerçekten çok ileri, bu ilimlerde yed-i tûlâ sahibi ve yüksek dereceliydi. Gıyaseddîn-i Gaybî vaktinin çoğunu Meraga’nın arif ve şeyhlerinden Vâlideyn-i Hâce Muhammed ve kutuplar aleminde şeyhlerin şeyhi Şeyh Abdülkâdirü’z-Zeyfî ile geçirirdi. Bu iki arif kişinin söyledikleri üzere, doğacak oğluna Abdülkâdir ismini ve lâkap ve künesini de Kemâleddin ve Ebu’l-Fezâyil koydu[1].
Oğlunun eğitimiyle bizzat ilgilendi. Abdülkâdir bu süreci şöyle anlatır: “Özellikle ilim ve uygulamalarında hiç kimse ona yetişememiş ve bu fakir kul ona tam bir iltifat ve ihtimam göstermiştir. Kendileri çeşitli ilim dallarında eğitim vermekteydiler. Bu ilim ve uygulamasında mübarek elleriyle verdikleri irşad ve talimle bu fakiri maharet mertebesinin en uzağına mübarek himmetleriyle ulaştırdılar[2].
Ben de çok çalışarak onun koyduğu hedeflere ulaştım.[3]
” Babasının mûsikî bilgilerini öğretmesinin sebebini de “Hazretin bu kulu eğitmesinin nedeni, Kur’ân hafızı olmamdan dolayı sesler bilgisini hakkıyla öğrenebilmem içindir. Böylece Kur’ân tilâvetini güzel nağmelerle yapabileyim” şeklinde ifade eder. Dört yaşında okula gider, sekizinde Kur’ân hafızı olur, daha sonra sarf’, nahiv ve beyanla meânî üzerinde çalışır.
Onun sanat gücünü anlamamız için derin bir müzik ve sanat bilgisine sahip olduğu kabul edilen Celâyir Sultânı Ahmed bin Üveys’in şehzâdeliği döneminde Abdülkâdir Merâgî için yazdığı mektuba bakmamız yeterlidir. Bu mektubu hicri 779 senesi Safer (1377 Haziran) ayı ortalarında Ahmed b. Seyh Üveys kaleme aldı.[4]
“Eğer fazilet ve kemâlatta beğenilip iftihâr edilecek uygun bir dost ve son zamanların en ileri gelen sanatkârlarından biri, sanat tahtına oturmus Süleym.n. bir ruha sahip, melodilere ruh verip onları tasarruf altına alan bir kimseyi şerh ve beyan etmek istersek her bir kısmı sekiz feleğe yazılmış mûsikî darbesiyle her birini avlayan hafızların sultanı, iki ilim sahibi, asrın filozofu Kemâleddin Abdükadir -Allah saadetini devam ettirsin- kibir ehli nazarında kıymet taşımaz. Ancak basiret sahibi kabiliyetli kimseler onu anlar. Ondan duydugum ve gördügüm şeyleri kısaca söyleyeyim. Çünkü dil, onun vasıflarını anlatmakta acizdir.
1. Allah kelâmı ezberlenmis sekilde dilinde mevcuttur. Dogru tecvîd ve düzgün kıraatla bunu edâ eder. Gûyâ Âyetler onun mertebesinden nâzil olmustur ki Kur’ân’ı seslerinizle süsleyiniz zira güzel ses Kur’ân’ın güzelligini arttırır.
2. Onun hattı ki göz bebeği ve kalbin .zünden daha kıymetli düzenli islenmis inciden ve mükemmel işlemelerden daha güzeldir. Muhakkik, reyhan, sülüs, nesh, rika ve tevkiden olusan altı kalemi yüsek derecede bilir ve yazar.
3. Beş bölüm olan mûsikî ilminde birinci kısmı olan ikaî usulünde istediğinde yeni bir devir îcât eder. İrticalen âsir bir besteyi hafif yapar. Hatta hezec hafif yapar.
4. Nevbet tasnîflerinde gazel ve rübai sözleri kullanır. Bütün darbların uygulamasında, 4 devir ikâî olan bütün notalar devrinde birlikte tasnîf yapabilir. Mesela bir eliyle 24 nakaralı remel, diger eliyle bir eliyle de 16 nakaralı hafif çalabilir.
5. Öncekilerce telif edilmis kitap ve risalelerde toplanmıs makamlardan bilgi edinip kendi kitap ve risalelerini yazmıstır. İtiraz ettigi noktaları bu fennin meselelerini tahkik için tekrar ele almıstır.
6. Telli sazları özellikle udu çok iyi kullanmakla birlikte baska sazlar da îcât etmistir. Kâsât-ı çini gibi ki bu önceki hikmet sahibi kimseler nezdinde gizli kalmıstı.
Babasının vefatından sonra Meraga’dan ayrılır. Tebriz’e geçer. Celâyir tahtında o yıllarda Sultân Üveys (1356-1376) vardır. Merâgî otobiyografisinde “Önce o cihan pâdişahı Sultan Üveys, Asırların sahibi Sultân Üveys. Adalet ve ihsan sahibi bir padişahtı. Dünyaya adalet ihsan etmiş, lütuf ve mürüvveti yaymıştı” diyerek bu padişâhı över. Sultan Üveys ile olan yakınlığını da şöyle anlatır. “Bazı vakit olurdu ki, mecliste bana ‘söz söyle!’ derdi; ‘Mihnetten, elemden kurtulayım, huzura ereyim’. ‘Abdülkâdir’ derdi, ‘udunu okşa’. ‘Ey misli cihanda bulunmayan kişi mûsikîye başla’. Ölümünden dört ay önce devlet erkânına öleceğini haber vermişti. 776 yılı idi, o veli padişah cihandan göçtü.[5]” Sultân Üveys 1374 tarihinde vefat eder. Sonra Celâyirli tahtına Sultân Hüseyin geçer.
Sultan Hüseyin de babası Üveys gibi sarayında Abdülkâdir’e büyük hürmet gösterir. Bu dönemde sarayda meşhur Nevbet-i Mürettebe besteleme bahisi yaşanır.
Nevbet-i Mürettebe, o zamanlarda kullanılan mûsikî formlarının en uzun ve zor olanıdır. Kavl (arapça şiir), gazel (farsça beyitler), terâne (rubâî vezinli) ve ferûdaşt (kavl biçiminde) adlı dört ayrı bölümden oluşur. Hâce Abdülkâdir bu bölümlerin ardına da iki beyitlik bir müstezat bölümü eklemiş ve formun bölüm sayısını beşe çıkartmıştır.
“Zor terkiplerden ve tarafınızca seçilmiş sanat türlerinden her gün düzenli bir nevbet yaparak topluluk önünde icrâ edeyim” diyerek bir iddiaya girişir Abdülkâdir. Kendisine ramazan ayı boyunca her gün verilen, şiirler, beyitler, makamlar ve ikâlar ile beş bölümlü Nevbet-i Mürettebeler besteleyip, Sultan’ın huzurunda mûsikî, edebiyat ve ilim adamlarının hazır bulunduğu mecliste sunacaktır. Arefe günü geldiğinde de 30 adet nevbet-i mürettebeyi tamamlar. Sultan, ilim ve sanat adamlarının iltifatları ile yüz bin dinarlık ödülünü alır. Bu başarısı ile şöhreti daha da artar.
Yine bu dönemde, Tebriz’de bulunan Abdülkâdir, Sultân Hüseyin’in isteği üzerine 1380-1381 yıllarında 24 zamanlı bir usûl tertip eder. Bu usulün ismini de bizzat Sultan Hüseyin “darb-ı rebî” olarak koyar[6].
Ocak 1378’de Erdebil’e gider ve burada Safaviler’in ikinci şeyhi Sadreddin’in huzurunda içine su doldurulmuş çini kâselere mızrapla vurularak çalınan kendi icadı “Sâz-ı Tâsât” adını verdiği çalgıyı çalar.[7]
Sultan Hüseyin’in kardeşi Sultan Ahmed Bahadır tarafından öldürülmesinden sonra (1382), diğer şehzâde Şeyh Ali’nin yanında bulunur.[8]
Bu taht savaşında Ucan’da karşılaşan iki şehzadeden Ahmed direnmeyerek Alıncak Kalesine çekilince Şehzade Ali o günü “Fatih Günü” ilan eder. Bunun üzerine Abdülkâdir’den bu günün anısına bir ikâ devri yani usûl tertip etmesini ister. 49 zamanlı olan bu usulün ismi de Şeyh Ali tarafından “Darb-ı Fetih” olarak verilir[9].
Abdülkâdir Merâgî’nin Şeyh Ali için de yazdıkları şu şekildedir. “Yüce Sultan’ın inciler saçan, mücevherler döken kalemi ile yazdıkları diğer yazılanların yüz bin kat üzerindedir. Tecelli gecesi için ay ışığına ne gerek var? Yüce Allah’a hamdolsun ki, bizim sohbetlerimiz ve meclislerimiz, onun aziz huzuru ile bezenmekte ve kutlulanmaktadır.”[10]
Sultan Ahmed ile Şeyh Ali’nin mücadelesi Sultan Ahmed’in lehine 1384 yılına kadar sürer. Bu tarihten sonra Abdülkâdir’i Celâyir Sultânı Ahmed Bahadır’ın yanında görmeye başlarız. Sultan Ahmed de babası ve kardeşleri gibi Abdülkâdir’e çok iltifat gösterir. Kendisine “aziz dost” diye hitap ettiğini ve “en yakını” olarak yanında bulundurduğunu, “gece gündüz sazını ve sözünü dinlediğini” de Mergâgî’nin “Fevâid-i Aşere” isimli kitabından öğreniyoruz.[11]
Yine kaynaklardan Abdülkadir’in şehzadeliği döneminde de Ahmed’in yanında çok kaldığını anlıyoruz. Şehzade Ahmed’e nedimlik yaptığını, mûsikî öğrettiğini, telli çalgıları çalabilen Ahmed’e ayrıca Safiyuddîn’in Kitâbü’l-Edvârı’nı okuttuğunu biliyoruz.
Merâgi, bu devirde de Sultân Ahmed Bahâdır adına bir ikâ tasnifi yapmıştır. Bağdat’ta bir gün Sultan Ahmed ve Abdülkâdir, otuz kayıkçının kürek çektiği bir kayıkta sohbet ederler. Sultan Ahmed, Şeyh Cüneyd-i Bağdâdî’den dört beyit okur ve bu beyitleri Abdülkâdir’den “kürek çeken otuz kayıkçının sayısına uygun biçimde bestelemesini” ister. Bunun üzerine Abdülkâdir Merâgî “devr-i şâhî”adını verdiği otuz zamanlı usulü terkip ederek, bu beyitleri hemen orada besteler.
Daha önce söylediğimiz gibi, Sultan Üveys ve onun tüm oğullarının yanında Merâgî’nin çok özel bir yeri vardır. Bu Sultan Ahmed’in kardeşi Sultân Bâyezid için de geçerlidir. Ahmed her ne kadar Bâyezid’i yakalatıp gözlerine mil çektirse de, iktidar mücadelesinin dışında sanat yönünden tüm ailesanat ve sanatçıya iltifata azami dikkat göstermişlerdir. Bu iltifat Timur ve oğulları döneminde de devam edecektir.
Sultan Üveys’in üç oğlunun arasındaki taht kavgasında diğer bir taraf da Sultân Bayezid idi. Bayezid da Abdülkâdir için şu satırları kaleme almıştır.
“Yücelik yönüden her hünerde üstün olan, ay devrinde üstünlük göğüne bir güneşsin sen. Ey üstünlüklerde en yüce olan Kemal oğlu Abdülkadir. Sen bir Hızır’sın ki, sözün İsa, yüzün Yusuf, huylarında Ahmed huyuna sahip”. “Bu tomarda zamanın padişahları ve ünlüleri, tek kişi olan Kemal hakkında ne söylediler ve ne yazdılarsa, o, söylenenlerden yüzbinlerce kez daha üstün ve daha yücedir ve benim bu yazdıklarımdan da üstündür. Hatta, yazdıklarımın bin katını yazsam, onun yüceliğini anlatamam. Allah ömrüne ömür ihsan etsin ve her işini istediği gibi yapsın. Bunu yoksul ve zayıf, Şeyh Hasan oğlu Sultan Üveys oğlu Sultan Bâyezîd yazmıştır.”
1386’da Timur’un Azerbaycan’ı dolayısıyla Tebriz’i ele geçirmesinin ardından Sultan Ahmed ile Bağdat’a geçer Abdülkâdir. 1393’de Timur Bağdat’ı aldığında ise Abdülkâdir Memlûk Sultanına sığınmak üzere Kerbelâ’ya kaçar. Saçı, sakalı kesilmiş olduğu halde yakalanarak Bağdat’a, Timur’un huzuruna çıkartılır. Timur için şu rubâîyi okur ve onun himâyesine girer.
“Doğu ve batı senin devrine şahit olmuştur
Devlet ve Nusret senin devletinde yer etmiştir
Fetih ve Nusret daima senin devrindedir
Devletin sana Hakk’tan verilmiştir.”
Daha sonra kendisine verilen bir nişân ile hayatının ikinci dönemi olarak kabul edilen Semerkant’a yollanır. Timur’un torunu Şehzâde Mirza Miranşah’a nedimlik yapar. Miranşâh’ın isteği üzerine 200 zamanlı “devr-i mieteyn” usulünü terkip eder. Miranşah’ın delikanlılık dönemi nedeniyle yaptığı bazı münasip olmayan hareketler üzerine Timur torununun tüm eğitmenlerinin öldürülmesini istese de, Abdülkâdir’in Kur’ân tilâvetini duyan Timur’un öfkesi yatışmış ve kendisini affetmiştir.
Timur’un vefatından sonra (1405) Sultan Halil tahta geçer. Bu sultanın zamanında da sekiz zamanlı “devr-i kumriyye” usulünü tertiplemiştir.
Timur’un dördüncü oğlu Şahruh’un Semerkant’a gelerek Sultan Halil’i tahttan indirmesi ve Herat’ı yeni başkent yapmasıyla birlikte (1409) Abdülkâdir-i Merâgî hayatının sonuna kadar Sultan Şahruh’un himayesinde Herat sarayında kaldı. En önemli mûsikî kitaplarından sayılan “Câmiü’l-Elhân” isimli çalışmasını da Şahruh’a ithaf eder. Ayrıca Şahruh’un adaletini ön plana çıkartmak için 28 zamanlı “devr-i adl” usulünü de terkip eder.
1435’de Herat’ta bir günde on bin kişinin öldüğü büyük bir veba salgını meydana gelir. Hâce Abdülkâdir-i Merâgî de bu veba salgınının kurbanlarından biri olarak Herat’ta vefat eder.
Nureddin Abdurrahman, Nizameddin Abdürrahim ve Abdülaziz adlarında üç müzisyen oğlu vardır. Abdülaziz isimli üçüncü oğlu, Osmanlı sultanı II.Mehmed’e ithafen “Nekavet’ul-Edvâr” isimli bir mûsikî kitabı hediye eder. Onun oğlu Mahmud da mûsşkîcidir ve yazdığı bir mûsikî risâlesini Osmanlı sultanı II. Bayezid’e ithaf etmiştir.
Abdülkâdir Merâgi Müzik nazariyatını, ses sistemini, sesin oluşumunu, ika’yı, makamları, şubeleri, çalgıları, okuma ve çalma tavırlarını, müzik ile ilgili hadis ve duaları anlatan; bu bakımdan içerikleri birbirine benzer gibi görünse de aslında birbirlerini tamamlayan altı adet mûsikî eseri yazmıştır. Örneğin; Makâsidü’l-Elhân’da sazların isimlerini, Câmiu’l-Elhân’da özelliklerini verirken, Risâlet-i Fevâid-i Aşere’de şekillerini verir.
ESERLERİ:
Câmiu’l-Elhân:
Elimizde beş nüshası vardır. Mukaddime, 12 bölüm ve Hâtime’den meydana gelmiştir.
Makâsıdu’l-Elhân:
Elimizde 14 ayrı nüshası vardır. Câmiu’l-Elhân’ın bir özeti şeklindedir. Hz.Peygamberin güzel sesle ilgili hadislerinin ve duaların yer aldığı Mukaddime ve 12 bölümden oluşur.
Şerh-i Kitabü’l-Edvâr:
6 Nüshası vardır. Mukaddime, Makale ve Hâtime bölümlerinden oluşur.
Risâle-i Fevâid-i Aşere:
2 Nüshası vardır. Her birisi ikişer fasıllık on “fâide”den meydana gelmiştir.
Zübdetü’l-Edvâr:
Rauf Yekta Bey’e hediye edilen bu eser maalesef şu an elimizde değildir.
Kenzü’l-Elhân:
Maalesef günümüze ulaşamamıştır. Abdülk3adir merâgi bir çok eserinde bu kitaba atıfta bulunur. Bu kitabın çok detaylı olduğundan bahseder. Ve yine kendi eserlerini bu kitapta neşrettiğini anlatır.
Abdülkâdir Merâgî’nin bir çok eseri kaybolmuştur. Bugün elimizde 43 adet Hâce Abdülkâdir’e kayıtlı görünen eser vardır. Ancak bu eserlerin de kendisine ait olduğu tartışmalıdır.
Bu tartışmalar genel olarak beş maddede toparlanabilir.
1. Makamlar: Eserlerin bestelendikleri makamların dizilerinin çoğu, Abdülkâdir’in döneminde kullanılan ve bizzat onun tarafından kaydedilen dizilere uymamaktadır.
2. Usuller: Aynı durum usuller için de geçerlidir. Hafif, Muhammes gibi usuller Hoca’nın verdiği kalıplarda değil daha sonraki yüzyıllarda aldıkları biçimdedirler.
3. Formlar: Abdülkâdir’in açıkladığı formlara kesinlikle uymamaktadırlar.Kâr, beste, semâî gibi formlar daha sonraki dönemlerde ortaya çıkmıştır.
4. Güfteler: Güftelerin bazıları ya anlamsız sözlerden oluşmakta yada kendisinden sonraki dönemlerde yaşamış şairlere ait bulunmaktadır.
5. Besteleri: Abdülkâdir’in bizzat kendi bestesi olarak güftelerini verdiği eserlerden hiçbiri bugün elimizde değildir. Onun ismini söylemediği birçok eser risalelerde Abdülkâdir’e air gibi gösterilmektedir.
Tüm bu tartışmalara rağmen, devrinin en önemli müzikoloğu, bestekârı, icrâcısı, hâfızı, şâiri olarak bilinen, devrinde yaşadığı sultanların hep övgülerini alan, sanat gücünü anlatabilmek ve kendisinin gönlünü hoş edebilmek için bizzat sultanlar tarafından nişânlar, şiirler, methiyeler yazılan bu çok önemli müzik adamına atfedilen eserlerden bir kaçını bu albüme kaydedebilmek topluluğumuz için büyük bir onur olmuştur. Kendisine ait olduğu en kesin olan, bu CD’nin ilk eseri, “Devr-i Şâhî” usûlü çok dikkat çekicidir. Türk musikisinde 30 zamanlı bir usûl yoktur. Bu usulü hazırlarken, Hâce’nin Sultan Ahmed’in kayığında otuz kürekçinin ahenkli kürek çekişlerini duyduğunu varsayarak usûl giderini oluşturmaya çalıştık.
Tenenen Tenen Ten Ten Tenen Tenenen Ten Ten Tenen Tenen Ten rükünlerinden oluşan bu usûl 30 nakreli ve 11 vuruşludur. Fasıla + Veted + Hafif + Hafif + Veted + Fasıla + Hafif + Hafif + Veted + Veted + Hafif ikâ direklerinden oluşur. Biz bu vuruşun kuvvetli ve hafif zamanlarını da hissederek siz sanatseverlere, o zamanlarda en az bir melodi bestelemek kadar önemli olan, rağbet gören usûl terkiplerini duyurabilmek istedik.
Çünkü günümüzde, çok geliştiğimizi zannettiğimiz bugünlerde, maalesef düşünce yapımız 4, 5, en fazla 8 zamanlı bir usulle ölçülebilecek melodik yapıyı ancak anlayabiliyor haldedir. 28, 32 zamanlı büyük usulleri bırakın, on zamanlı aksaksemai usulü bile neredeyse iki adet beş zamanlı olarak hissedilmektedir. Büyük usullerin haşmeti, aruz vezniyle olan ilişkileri, kuvvetli-zayıf zamanlarının estetiği artık hissedilmekten çok uzakta birer akademik terim olarak sisler arkasında durmaktadır. Bu usulü hissedemeyen dinleyeci ve icracıların da 28 zamanlı devr-i kebir usulünü 4x7=28 olarak düşünmesi ve o şekilde icra etmesi bir hüner değil, utanılması gereken bir fukaralaşma kanıtıdır.
Bu satırları okuduktan sonra Hoca Abdülkâdir Merâgî’nin tek elle değil, iki ayrı eliyle iki ayrı zamandaki (İki darb: Bir eliyle 24 zamanlı Sakiyl-i Remel vurulurken, diğer elle 16 vuruşlu Sakîl-i Evvel vurulması) usulü vurabildiğini, yada işin içine ayakları da sokarak aynı anda dört ayrı usulü vurabildiğini, hatta işi daha da ilerletip on parmağının her biriyle farklı usuller vurabilmesini algılayabilmek ne kadar mümkündür bizim için?
Buradan hareketle, küçücük şarkı formunu ancak algılayabilen bizlerin, bir Nevâ Kâr’ı bütün olarak hissedebilmesi, bir Beste, Ağır ve Yürük Semâîyi murabba okuyup dinleyebilmesi, bir senfoniyi tam olarak algılayabilmesi, bir kâr’ın uzunluğuna tahammül etmeyi bırakın zevk edebilmesi için çok çalışması ve tefekkür etmesi gerektiği çok açıktır.
Bu tip albümlerle, geçmiş kültürümüzün zenginliklerini daha geniş düşünebilen beyinlere kavuşarak büyüyen yeni jenerasyonlara aktarabilmek ümidini içimizde yaşatıyoruz. Umarız onlar bizlerden daha büyük düşünüp, gelişip algılayabilirler bu muhteşem yapıları.
Muhabbetle...
Özata Ayan
[1] Terbiyet, Malalât-ı Terbiyet, Tahran, s.77
[2] Abdülkadir-i Meragi, Camiu’l-Elhân, Nuruosmaniye Ktp. No:3644 vr.
[3] Abdülkâdir-i Merâgî, Şerh-i Edvâr (nşr.Tâki Biniş), Tahran 1991, s.393
[4] Dr.Ubeydullah Sezikli, Abdülkâdir Merâgî - Câmiu’l-Elhân, Çorum, 2011, s.32-33
[5] Murat Bardakçı, Maragalı Abdülkâdir, Pan Yayıncılık, İst., 1986, s.154
[6] Dr.Ubeydullah Sezikli, a.g.e., s.31
[7] Murat Bardakçı, a.g.e, s.24
[8] Nuri Özcan, Türk Musikisinin Abide Şahsiyetlerinden Abdülkadir-i Meragî, s.901
[9] Dr.Ubeydullah Sezikli, a.g.e., s.31
[10] Dr.Ubeydullah Sezikli, a.g.e., s.31
[11] Murat Bardakçı, a.g.e, s.29
Comments